“Baktığın benim, gördüğün sensin” — Mevlana
Şükran ve Yaratan
Bir önceki yazımda şükran duygusunun faydalarından ve hangi yöntemlerle günlük hayatınızı daha şükür dolu geçirebileceğinizden bahsettim. Bu pratikleri günlük hayatınıza entegre ettiğinizde eş zamanlı bir duygunun daha içinizde filizlendiğini fark edeceksiniz. Bu duyguyu birlik veya bir olma duygusu olarak betimlemek mümkün. Bu yazımda Yaratan inancı ve bir oluş kavramını ele almak istedim. Bu konuyu, bir süredir hem bedensel asana çalışmalarıyla hem de felsefi açıdan hayatımın akışına eklediğim yoga felsefesi üzerinden ele alacağım.
Şükran Duygusunun Ötesi
Zamanla şükür pratiklerini günlük rutinimize eklediğimizde şükretmenin niceliğinin bize yetmediğinin farkına varıyoruz. Bu yetmemezlik durumu şükür duygusunun arkasında yatan bir ilah olduğunu fark etmemize olanak sağlıyor. Daha yüce bir varlığın dünyayı, evreni yarattığını ve yaşayan tüm canlılara can verdiğini ve de bunu yaparken her minik detayın mükemmel olduğunu fark ettiğimizde şükran pratiğimiz de doğru orantılı olarak zenginleşiyor, etrafımızda gördüklerimiz şükür dualarımız için ilham halini alıyor.
Çok değerli yoga hocam Serpil Öztürk’ün Narada Bhakti Sutralarını açıkladığı Aşka Uyanmak adlı kitabından bir kesitte Yaratan’ın her şeyin kaynağı olduğunu “Yaşam denilen mucizenin arkasında Tanrı’nın gücü ve iradesi vardır. Güç, huzur, zenginlik, bilgi.. Her şeyin kaynağı O’dur. Kişiyi hayatta destekleyecek tek güç Tanrı’ya olan mutlak inanç ve bağlılıktır.” şeklinde açıklıyor.
Şanslıyız ki, benzer etkileri taşıyan tasavvuf inancının filizlendiği topraklarda yaşıyoruz ve bu durum yaratılanla yaratanın aynı kaynaktan geliyor oluşunu ve ölüm gerçekleştiğinde esas aşka, vuslata ve de öze ulaşıldığını anlatan bu akımı kolaylıkla anlaşılabilir kılıyor.
Bir olmak, Yaratan ile bütün olduğumuzu bilmek bize uzun vadede muazzam etkiler katar. İç görü, farkındalık ve daha derinden bir algı kazanırız. Ağzımızdan çıkanın gerçek olduğu, gözümüzle özümüzde hayal ettiklerimizin gerçekleştiği mistik durumları ortaya çıkarır. Her işimiz sanki birisi bize el veriyormuş gibi rast gider, desteklenir. Bu konu üzerine beni üzerine her düşündüğümde derinden etkileyen bir hikaye eklemek istiyorum. İyi gelmesi ve farkına vardırması dileğimle..
Yaşlı adam neredeyse yüz yıl boyunca yürümüştü. Yol boyunca çocukluğunu, gençliğini, binlerce zevki ve acıyı, binlerce umudu ve yorgunluğu yaşamıştı. Hafızası; gördüğü kadınlar, çocuklar, ülkeler, güneşlerle doluydu. Hepsini çok sevmişti.
Bütün bunlar artık çok gerideydi; çok uzakta kalmış, silinmeye yüz tutmuştu. Hiçbiri, onun ulaştığı dünyanın ucuna kadar gelmemişti. Artık okyanusun karşısında yapayalnızdı.
Dalgaların kıyısına vardığında durup ardına baktı. Sonsuzca uzayıp giden sisin içinde kaybolan kumun üzerinde ayak izlerini gördü. Her biri uzun yaşamının bir gününe denk geliyordu. Hepsini hatırladı; tökezlemelerini, zorlu zamanları, dolambaçları, mutlu yürüyüşleri, acı çektiği günlerin ağır adımlarını. Her birini düşünüp katettiği yola gülümseyerek baktı.
Tam ayakkabılarını ıslatan karanlık suya girmek üzere arkasını döndüğü esnada bir an duraksadı. Adımlarının yanında tuhaf bir şeyin varlığını görür gibi olmuştu. Dönüp yeniden baktı. Aslında bütün bu yolu tek başına yürümemişti. Adımlarının yanında başkasına ait adımlar vardı. Buna şaşırdı. Yol boyu yanında kendisine bunca yakın ve bunca sadık yürüyen birini hatırlamıyordu. Ona bunun kim olabileceğini sordu. Yüzü olmayan ancak tanıdık bir ses cevap verdi: ‘Benim.’
İlahını, Tanrı olarak adlandırılan, kendisine hayat vermiş olan insan soyunun yaratıcısını tanıdı. Bu ilahın, insan doğduğu an, onu asla terk etmeyeceğine söz vermiş olduğunu hatırladı. İçini çok yeni ama çok tanıdık bir sevinç kapladı. Çocukluğundan beri böyle bir sevinç yaşamamıştı. Tekrar dönüp baktığında ayak izlerinin bazı günler belirgin bir şekilde birbirine yakın ve paralel olarak uzayıp gittiğini gördü. Bazı günlerse tek bir ayak izi vardı. O günleri hatırladı. Nasıl unutabilirdi ki? Bunlar yaşamının en kötü, en umutsuz günleriydi. Ne dünya üzerinde ne de gökyüzünde merhamet olduğunu düşündüğü o perişan saatleri hatırlayınca birden büyük bir hüzün ve öfke duydu.
‘Bak, mutsuz olduğum günler yapayalnız yürüyordum. Ben senin yokluğuna ağlarken neredeydin Tanrım?’
Ses şöyle cevap verdi: ‘Gördüğün o tek ayak izi bana ait. Kör ve terk edilmiş bir şekilde yürüdüğünü zannettiğin o günlerde ben hep senin yolunun üstündeydim. Sen benim yokluğuma ağlarken ben seni sırtımda taşıdım.’*
Birle bir olmak üzerine yazımın son sözüne şunu eklemek istedim.
Unutmayalım ki; Tanrı, herkese kalplerine ne koyduysa onu verir.
Şimdi, tanrıdır.
Ezgi.
*Henri Gougaud Sevgi ve Bilgelik Ağacı kitabından alınmıştır.
Comments